İsviçre trenlerinde beni kısa süreliğine strese sokan tamlama bu yazımızın başlığı oldu. Almanca anonslarla ilerleyen treniniz birden bire Fransızca'ya geçiş yapınca vagonlarda yangın başladı hissine kapılabiliyorsunuz. En iyi ihtimalle tren Fransa'ya girdi, kaçırdık gidiceğimiz yeri düşüncesi var. Anlıyorum her bölgede farklı dil ama böyle ani de değiştirilmez ki, birkaç istasyonda böyle ara bir dil kullansınlar tarzanca gibi.
Yukardaki fotoğrafı çok seviyorum, bu solist amcam Türk'e benziyor (!) ve sokaktaki müzik festivalinde çalıyorlardı. Sevimli kız çocuğumuz ise izleyicilerin girmesinin yasak olduğu sahne dibinde müzik eşliğinde balonuyla zıplıyordu. Superdiler tanımlaması az gelir.
Bir gün Basel'e gittim, Gözde ve sevimli ispanyol kankası ile portakal rengine bürünmüş bir şehirde gezindik. İsviçre normalde sokaklarının temizliğiyle ünlüdür ama futbol sağolsun her yer boş bira kutusu idi. Bunları burada görsel olarak yayınlamak istemiyorum. Onun yerine bileti olmamasına rağmen sırf takımlarını destek için İsviçre'de boş boş gezen Hollanda taraftarlarını anlatıcam. Ben, karşımda oturan İrlandaki kadın ve orasından burasında çiçekler sarkan üç hollandalı sapın tek ortak yönünün Big Lebowski'deki replikleri ezbere bilmemiz olduğunu dehşet içinde öğrendim. Dude, sen neymişsin be?
Basel ve diğer ziyaret ettiğim İsviçre şehirlerinde tren garinin şehrin en göbeğinde olması çok faideli. Hiç bilmediğiniz bir ülkenin hiç bilmediğiniz şehrinde 5 saat gezdikten sonra kimseye sormadan tren garina ezbere yürüyebilmek fazlasıyla ego okşayici. Satır arası yapıp ego hakkındaki bir fikrimi paylaşmak istiyorum. Hepimiz biliyoruz egonun fazlası zarar, adamı narşist ve kibirli yapıyor. Öte yandan egonun azının da zarar olduğunu düşündüğünüz mü hic? Aşırı düşük ego da insani başkalarına bağımlı yapıyor çoğu zaman.
Yukarıda görülen portakal rengi manzara yaz günü nehirde serinlemekten başka çaresi olmayan gürültücü taraftar kitlesinin bir ürünüdür. Kendilerine saygım sonsuz.
Her şey iyiydi güzeldi ama bitiyor. Bitmeden bir gün de bizim için tarihsel önemi olan Lozan kentini ziyaret edip orada Zürich'e döndüm. Lozan'da bana rehberlik eden Sibel hanım'a buradan en içten teşekkürlerimi iletiyorum. Şehirde EPFL öğrencisi olan bir sürü ex-ODTÜ tayfası var, ufak çantalarını çapraz takmalarından da bunu anlamak mümkün. Şehrin nesi meşhur bilmiyorum ama ben zaten tarihi güzellik gezicisi olmadım hiçbir zaman. Yaz günü hava güzeldi ve golde bisiklete binmek pek iç açıcı idi. Aşağıda görülen kuğulara özenmedim desem yalan olur.
Bir meslektaş bilim adamı (muhabbete gel) ile kahve içiyorduk konferans bittikten sonra. Uçağımın sabahın 5'inde olduğunu ve havaalanında tüm gece takılacağımı söyleyince söyle bir süzdü beni. Amerikalı olduğundan garipsemedim kendisini. Gelgelelim o gece de pek rahatsız geçmedi, zira Zürich havaalanındaki yatağım Starbucks koltuğundaki minderlerden bizzat tarafımca özenle yapılmıştı.
Özetle ben bu ülkeyi sevdim, umarım 1-2 sene yaşayacak bir fırsatım olur ilerde. İsviçreli bilimadamı? Havali değil mi?
Sunday, November 22, 2009
Saturday, November 21, 2009
Swiss Alem
Fotoğrafların ne çok faydası var. Bir kere sanat olarak ruhuma faydalı, sonra hobi olarak boş zamanlarıma faydalı. Bugün ise unutulmaya yüz tutmuş olayları hatırlatması açısından faydasını gördüm. Zaten Demir Demirkan konuya çok sevdiğim bir şarkısında değinmişti, bu bahaneyle siz de dinlemiş olun.
Uzun lafın kısası ben 2008 yazında İsviçre'ye hepi topu 3 gün süren bir ziyarette bulundum. O kısa süreye jetlag dışında 5 şehir, 2 eski arkadaş ve 1 adet konferans sığdırdım. Bunların çoğunun detaylarını unutmuştum ki fotoğraflar yardımıma koştu.
Pasaportumda yazdığı kadarıyla Zürich-Flughafen'e inmişim, zaten şehir hakkında pek bir fikrim yok onun dışında. Burada tren ile über-sevimli bir şehir olan Neuchâtel 'e yollandim. Nasıl ki İtalyan trenleri TCDD'den sonra cennetten çıkmış gibiyse, İsviçre trenleri de İtalyan eşleniklerinin yanında o derece başarılı.
Konferansın ilk günü şehre indim, kısacası otele gidemeden üniversiteye yollandım. Bir gün önce bizim Çek'leri yendiğimiz Euro 2008 macı vardı. Bu olayın doğrudan sonucu olarak fakültenin dışında söyle bir manzarayla karşılaştim. Dünyanın her yerinde Türk bilim adamları var efendim. Hatta abartalım ve Hürriyet'in arka sayfasındaki İsviçreli bilim adamlarının aslında Türk olduğunu iddia edelim. Hem zaten Dünya Türk Olsun.
Neuchâtel çok güzel bir şehir. Güzel bir gölü ve bu gölü tepeden gören manzaraya sahip bir üniversitesi var. Zaten İsviçre dediğin bir nevi göller yöresi. Fanatik futbol seyircisi bu şehri zaten Galatasaray'ımızın ilk ciddi Avrupa başarılarından birisi dolayısıyla hatırlayacaktir. Daha başka bir detay ise bizim medeni kanunumuzun direk bu kanton'un medeni kanunundan esinlenerek yazılmış olması. O konuda ne kadar ilerleyebildik emin değilim. Genel fikrimiz medeniyetin tek dişli canavar olduğu şeklinde sanki.
Mevsim turistik ve futbolik idi. Sokaklar klasik avrupa, eski taksim (arnavut kaldırımlı) havası diyebiliriz. Ben de ortama uygun olarak formamla geziyordum, bu sayede bir sürü yerli Türk ile ister istemez tanıştık. Bir kısmı akşamki maçı camide beraber izlemeyi teklif etti. Teşekkür edip uzaklastik.
Hırvatistan maçı vardı akşam, bira servis eden bir yerde izledik pek tabi. Maç uzatmalara gidince ancak benim trenin kalmasına 30 dakka kalmıştı. Uzatmaların 20 dakkasını izleyip 10 dakka kala tren garina depar attım. 115.dakikada 0-0 olan maç benim 5 dakkalık deparım sonunda 1-1 olmuştu, neyse ki gardaki barın sahibi Türktü de oturdum penaltıları izledim tren kalkmadan. Gecenin bir saati ne treni derseniz, bölgesel çuf-çuf derim. Zira koca şehirde (!) otel kalmamış, bizi yakınlardaki bir kasabaya, La Chaux-de-Fonds'a havale ettiler. Bence son tren çok erkendi :)
Ertesi sabah sunumum vardı ve benim sunumdan önce çoğunluğu hırvatlardan oluşan başka bir grup sunum yapmış. Tabi odadaki hırvat popülasyonunu görüp maç hakkında takılmadan edemedim, bir tanesi sonra yanıma gelip "bahsetmesen olmazdı değil mi?" dedi. Sevimli bir kızdı, bir şey diyemedim.
Uzun lafın kısası ben 2008 yazında İsviçre'ye hepi topu 3 gün süren bir ziyarette bulundum. O kısa süreye jetlag dışında 5 şehir, 2 eski arkadaş ve 1 adet konferans sığdırdım. Bunların çoğunun detaylarını unutmuştum ki fotoğraflar yardımıma koştu.
Pasaportumda yazdığı kadarıyla Zürich-Flughafen'e inmişim, zaten şehir hakkında pek bir fikrim yok onun dışında. Burada tren ile über-sevimli bir şehir olan Neuchâtel 'e yollandim. Nasıl ki İtalyan trenleri TCDD'den sonra cennetten çıkmış gibiyse, İsviçre trenleri de İtalyan eşleniklerinin yanında o derece başarılı.
Konferansın ilk günü şehre indim, kısacası otele gidemeden üniversiteye yollandım. Bir gün önce bizim Çek'leri yendiğimiz Euro 2008 macı vardı. Bu olayın doğrudan sonucu olarak fakültenin dışında söyle bir manzarayla karşılaştim. Dünyanın her yerinde Türk bilim adamları var efendim. Hatta abartalım ve Hürriyet'in arka sayfasındaki İsviçreli bilim adamlarının aslında Türk olduğunu iddia edelim. Hem zaten Dünya Türk Olsun.
Neuchâtel çok güzel bir şehir. Güzel bir gölü ve bu gölü tepeden gören manzaraya sahip bir üniversitesi var. Zaten İsviçre dediğin bir nevi göller yöresi. Fanatik futbol seyircisi bu şehri zaten Galatasaray'ımızın ilk ciddi Avrupa başarılarından birisi dolayısıyla hatırlayacaktir. Daha başka bir detay ise bizim medeni kanunumuzun direk bu kanton'un medeni kanunundan esinlenerek yazılmış olması. O konuda ne kadar ilerleyebildik emin değilim. Genel fikrimiz medeniyetin tek dişli canavar olduğu şeklinde sanki.
Mevsim turistik ve futbolik idi. Sokaklar klasik avrupa, eski taksim (arnavut kaldırımlı) havası diyebiliriz. Ben de ortama uygun olarak formamla geziyordum, bu sayede bir sürü yerli Türk ile ister istemez tanıştık. Bir kısmı akşamki maçı camide beraber izlemeyi teklif etti. Teşekkür edip uzaklastik.
Hırvatistan maçı vardı akşam, bira servis eden bir yerde izledik pek tabi. Maç uzatmalara gidince ancak benim trenin kalmasına 30 dakka kalmıştı. Uzatmaların 20 dakkasını izleyip 10 dakka kala tren garina depar attım. 115.dakikada 0-0 olan maç benim 5 dakkalık deparım sonunda 1-1 olmuştu, neyse ki gardaki barın sahibi Türktü de oturdum penaltıları izledim tren kalkmadan. Gecenin bir saati ne treni derseniz, bölgesel çuf-çuf derim. Zira koca şehirde (!) otel kalmamış, bizi yakınlardaki bir kasabaya, La Chaux-de-Fonds'a havale ettiler. Bence son tren çok erkendi :)
Ertesi sabah sunumum vardı ve benim sunumdan önce çoğunluğu hırvatlardan oluşan başka bir grup sunum yapmış. Tabi odadaki hırvat popülasyonunu görüp maç hakkında takılmadan edemedim, bir tanesi sonra yanıma gelip "bahsetmesen olmazdı değil mi?" dedi. Sevimli bir kızdı, bir şey diyemedim.
Subscribe to:
Posts (Atom)