Saturday, November 21, 2009

Swiss Alem

Fotoğrafların ne çok faydası var. Bir kere sanat olarak ruhuma faydalı, sonra hobi olarak boş zamanlarıma faydalı. Bugün ise unutulmaya yüz tutmuş olayları hatırlatması açısından faydasını gördüm. Zaten Demir Demirkan konuya çok sevdiğim bir şarkısında değinmişti, bu bahaneyle siz de dinlemiş olun.



Uzun lafın kısası ben 2008 yazında İsviçre'ye hepi topu 3 gün süren bir ziyarette bulundum. O kısa süreye jetlag dışında 5 şehir, 2 eski arkadaş ve 1 adet konferans sığdırdım. Bunların çoğunun detaylarını unutmuştum ki fotoğraflar yardımıma koştu.
Pasaportumda yazdığı kadarıyla Zürich-Flughafen'e inmişim, zaten şehir hakkında pek bir fikrim yok onun dışında. Burada tren ile über-sevimli bir şehir olan Neuchâtel 'e yollandim. Nasıl ki İtalyan trenleri TCDD'den sonra cennetten çıkmış gibiyse, İsviçre trenleri de İtalyan eşleniklerinin yanında o derece başarılı.

Konferansın ilk günü şehre indim, kısacası otele gidemeden üniversiteye yollandım. Bir gün önce bizim Çek'leri yendiğimiz Euro 2008 macı vardı. Bu olayın doğrudan sonucu olarak fakültenin dışında söyle bir manzarayla karşılaştim. Dünyanın her yerinde Türk bilim adamları var efendim. Hatta abartalım ve Hürriyet'in arka sayfasındaki İsviçreli bilim adamlarının aslında Türk olduğunu iddia edelim. Hem zaten Dünya Türk Olsun.

Neuchâtel çok güzel bir şehir. Güzel bir gölü ve bu gölü tepeden gören manzaraya sahip bir üniversitesi var. Zaten İsviçre dediğin bir nevi göller yöresi. Fanatik futbol seyircisi bu şehri zaten Galatasaray'ımızın ilk ciddi Avrupa başarılarından birisi dolayısıyla hatırlayacaktir. Daha başka bir detay ise bizim medeni kanunumuzun direk bu kanton'un medeni kanunundan esinlenerek yazılmış olması. O konuda ne kadar ilerleyebildik emin değilim. Genel fikrimiz medeniyetin tek dişli canavar olduğu şeklinde sanki.

Mevsim turistik ve futbolik idi. Sokaklar klasik avrupa, eski taksim (arnavut kaldırımlı) havası diyebiliriz. Ben de ortama uygun olarak formamla geziyordum, bu sayede bir sürü yerli Türk ile ister istemez tanıştık. Bir kısmı akşamki maçı camide beraber izlemeyi teklif etti. Teşekkür edip uzaklastik.

Hırvatistan maçı vardı akşam, bira servis eden bir yerde izledik pek tabi. Maç uzatmalara gidince ancak benim trenin kalmasına 30 dakka kalmıştı. Uzatmaların 20 dakkasını izleyip 10 dakka kala tren garina depar attım. 115.dakikada 0-0 olan maç benim 5 dakkalık deparım sonunda 1-1 olmuştu, neyse ki gardaki barın sahibi Türktü de oturdum penaltıları izledim tren kalkmadan. Gecenin bir saati ne treni derseniz, bölgesel çuf-çuf derim. Zira koca şehirde (!) otel kalmamış, bizi yakınlardaki bir kasabaya, La Chaux-de-Fonds'a havale ettiler. Bence son tren çok erkendi :)

Ertesi sabah sunumum vardı ve benim sunumdan önce çoğunluğu hırvatlardan oluşan başka bir grup sunum yapmış. Tabi odadaki hırvat popülasyonunu görüp maç hakkında takılmadan edemedim, bir tanesi sonra yanıma gelip "bahsetmesen olmazdı değil mi?" dedi. Sevimli bir kızdı, bir şey diyemedim.

No comments:

Post a Comment